Kayıtlar

Ekim, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Resim
  Salgın başa dönüyor: Avrupa örneği Avrupa’da Eylül ayı sonundan beri salgının yeniden şiddetlendiğine ilişkin pek çok veri mevcut. Vaka sayıları, yaygın sokağa çıkma yasaklarının uygulamada olduğu Mart ve Nisan aylarının düzeyine ulaşmış durumda. Ancak tek başına bu bulgu salgını değerlendirmek için yetersiz. Bunun nedeni, vaka sayılarının test sayılarıyla yakın ilişki içinde olması: Test sayısı artarsa vaka sayısı da artar. Artık daha az testle daha çok vaka bulunuyor Vaka sayılarında gerçek anlamda artış olduğuna karar verebilmek için test sayısına göre bir düzeltme yapmak, yani test/vaka oranına bakmak gerekir. Aşağıdaki grafikte Avrupa ülkeleri için test/vaka oranını gösteriyorum. Bu oran, tek bir vakanın bulunabilmesi için yapılması gereken test sayısını gösterir ve artması salgının şiddetinin azaldığını, azalması ise tersine arttığını ifade eder. Grafikten izlendiği gibi salgından en çok etkilenmiş olan 5 Avrupa ülkesinde Mart ayından itibaren uygulamaya konulan ö
Resim
  Sağlık Bakanlığı’nın pandemi hastanesi politikası yanlış Salgın şiddetlenerek devam ediyor. Sağlık Bakanı vakaların artık %40’ının İstanbul’da görüldüğünü, İstanbul’daki vaka sayısının birkaç hafta önce salgının merkezi durumundaki Ankara’nın 2 katına ulaştığını açıkladı. Ardından geçtiğimiz Cuma günü, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nün tüm hastanelere pandemi servisleri açılması yönünde bir yazı gönderdiği haberi basında yer aldı. Salgının ilk döneminde de uygulama bu şekildeydi: Pandemi servisleri açarak, hastaneleri pandemi hastanesine dönüştürmek. Salgında esas olan “teması önleme” kuralı hastaneler için de geçerlidir Covid-19 salgınında herkesin enfekte olduğunu kabul etmek salgınla mücadelenin esas ilkelerinden birisidir. Bu kural hastanelere giriş çıkış yapanlar için de geçerlidir ve salgın durumunda hastane organizasyonu bu kural rehberliğinde şu şekilde olmalıdır: 1-Kentteki tüm hastaneler değil, bazıları pandemi hastanesi olarak belirlenmeli, bu hastanelerin tüm
Resim
  AKP’nin “sağlıktaki devrim”i, boş bir laf “Sağlıkta devrim” propagandasını olanaklı kılan dinamikler Seçildikten sonra AKP’yi iktidarda tutan en önemli alan sağlık oldu. AKP sağlıkta tam piyasacı bir politika izledi. Sağlık sisteminde özel hastanelerin ağırlığını artırdı. Sağlık üzerinden kendisine yandaş bir burjuvazi yarattı. Poliklinik hizmetlerinin kullanımındaki artış ilaç, tıbbi teknoloji sektörlerini de canlandırdı. Serpilen bu sermaye kesimi özellikle Anadolu kent ve ilçelerinde AKP’ye oy aktaran bir manivela olarak işlev gördü. AKP, Anadolu’nun dört bir yanında yükselen hastane binalarını "sağlıktaki devrim"inin kanıtı diye sundu. AKP burjuvaziye tedavi edici hizmetler üzerinden rant sunarken, halka da bir yandan eski SSK hastanelerinin eleştirisiyle, bir yandan da hastane binalarının şatafatıyla “yeni Türkiye”nin propagandasını yaptı. Eskisini SSK kuyrukları, yenisini ise şehir hastaneleri temsil ediyordu. Gerçekten de ilaç ve muayene kuyrukları önemli o
Resim
  Marksizm’de halk sağlığı Marks 1818’de doğdu. İşçi sınıfı mücadelesinin yükseldiği dönemde yaşadı, savaştı, yazdı. Devrimci bir teorisyendi. Marksizm’in ekonomi politik, felsefe ve siyaset teorisi olmak üzere, birbirleriyle karşılıklı ilişki halinde üç önemli bileşeninin olduğu söylenebilir. Diyalektik materyalizm Marksizm’in yöntemidir. Marks bir siyasetçi ve devrimci olduğu kadar aynı zamanda bir bilim insanıdır. Marksizm’in sosyal bilimlere katkısının zemininde ekonomi politik vardır. Marksist ekonomi politik toplumsal gerçekliği anlamak için temel sunar. Marksist ekonomi politik Marks’ın büyük eseri Kapital’in alt başlığı “ekonomi politiğin eleştirisi”dir. Marksist ekonomi politik kendisinden önceki iktisadi kuramların eleştirisi üzerine kuruldu. Marks öncesi ekonomi politik toplumsal zenginliğin kaynağının ne olduğunu bir türlü açıklayamamıştı. Marks tüm zenginliklerin işçinin emek gücünün ürünü ve kapitalist meta üretiminin karakterinin de sömürü ilişkisi olduğu
Resim
  Görünen köy kılavuz istemiyordu: Avrupa'da okullar yeniden kapatılıyor Avrupa’da okullar Eylül ayı başında açılmıştı. Yetkililer o zaman, okulların açılmasının salgının seyrinde ek bir risk oluşturmayacağını söylüyordu. Şimdi ise okullardan binlerce vaka bildirimi geliyor ve ülkeler birer birer okulları yeniden kapatma kararı alıyor. İngiltere İngiltere’de 27 Eylül öncesindeki 4 haftalık zaman diliminde ortaya çıkan 1700 Covid salgınının (2 ve daha çok vakanın saptandığı her durum yeni bir salgın kümesi olarak tanımlanıyor) üçte birinden fazlası eğitim kurumlarındaydı. İngiltere henüz okulları kapatma konusunda bir karar almış değilse de alarm durumunda olduğu kesin. Geçen hafta itibariyle, yeni vakaların saptanması nedeniyle eğitimi bir şekilde sınırlayan okulların oranı ilköğretimde %8’e, liselerde %21’e çıkmış durumda. İtalya Eylül ayında virüs yayılımının görece daha düşük olduğu İtalya’da 20 Eylül- 3 Ekim arasındaki 2 haftada saptanan vaka sayısı, daha önceki 2 ha
Resim
  ABD’de okulların açılmasının salgına etkisi ABD salgından en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Üstelik Trump da bu konuda berbat bir yönetim sergiledi. Ancak bir gerçek var, o da ABD’nin dünyada en çok test yapan ülkelerden birisi olması. 1000 kişiye yapılan günlük test sayısı Temmuz ayından itibaren 2-3 bandına yerleşti ve Ekim ayı başında da 3’ü geçti. ABD bu bakımdan Belçika ve İngiltere’den sonra 3. sırada. Türkiye’de ise 1000 kişiye yapılan günlük test sayısı (1,63) ABD’nin neredeyse yarısı kadar. Bunun önemi şu: Okulların yeniden açılmasının salgının seyrini nasıl etkilediğini değerlendirmek bakımından ABD iyi bir örnek olabilir. Buna karşılık, salgın yönetimindeki kötü performansın bu değerlendirmeyi zorlaştıran bir faktör olduğunu akılda tutmamız gerekir. Ülkelere göre günde 1000 kişiye yapılan test sayıları İlk öğretim ve liselerde durum ABD’de 1.-12. sınıflar arasındaki eğitim dönemine K-12 deniliyor. K-12 dönemindeki okulların önemli kısmı henüz uzaktan eğ
Resim
  Aşırı yoksulların sayısındaki artışın nedeni kapitalist düzendir Yoksulluk dünyanın başındaki en önemli sorun. Uzun yıllardır azalma eğiliminde olan aşırı yoksulların oranında bu yıl yeniden artış eğilimi ortaya çıktı. Dünya Bankası bunun nedenini salgın ve askeri çatışmalar olarak belirliyor. Bu sene içinde Covid-19 yaklaşık 100 milyon insanı aşırı yoksulluğa itti. Tahminlere göre 2020-2021’de salgının etkisiyle en yoksulların gelirden aldıkları pay azalacak, bu da mutlak yoksulların sayısını artıracak. Ama bu sorunu salgınla açıklamak olanaksız. Zira Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 2015-2018 arasında aşırı yoksulların oranı ikiye katlanarak, %3,8’den %7,2’ye yükselmişti. İklim değişikliğine bağlı olarak, 2030 yılına kadar 132 milyon insan aynı sorunla yüz yüze kalabilir. 1990 sonrasındaki 25 yıl boyunca aşırı yoksulların oranı yılda ortalama %1 oranında azalmışken, 2015-2018 döneminde oran %0,6’ya indi. Ancak aşırı yoksulların oranındaki azalma durumun düzelmekte olduğunu
Resim
  Salgın verem mücadelesini de sekteye uğrattı Verem bilinen en eski hastalıklardan ve bugün de insanlığın en önemli baş belalarından birisi. Yoksulluk ve sağlık hizmetlerinin organizasyonundaki yetersizlikler nedeniyle hala kontrol altına alınabilmiş değil. 2015-2019 döneminde verem sıklığı %9, vereme bağlı ölüm hızı da %14 azalmıştı. Salgına bağlı olarak sağlık hizmetlerinde ortaya çıkan aksamalar veremle mücadelede de olumsuzluklara yol açtı. Bu konuda esas sorunu çoklu ilaç direncine sahip 465.000 hasta yaşadı. Bunların %40’dan azı gereken tedaviye ulaşabildi. Veremle mücadelede finansman en önemli sorunlardan birisi. 2020’de verem mücadelesine ayrılan kaynak 6,5 milyar Dolar oldu. Oysa Birleşmiş Milletler Verem Politik Deklerasyonunda bu miktar 13 milyar Dolar olarak belirlenmişti. Salgın döneminde verem hastalarının tanı ve bildiriminde büyük düşüş oldu. DSÖ’nün 200 ülkeden elde ettiği verilere göre, dünyada en yüksek verem yükü taşıyan üç ülkede (Hindistan, Endonezya
Resim
  AKP sağlık burjuvazisini böyle besliyor: Güriş Holding’in 1 milyar TL’lik şehir hastanesi yatırımının 300 milyonu devletten AKP yatırım alanından devleti çekti, özel sektörü soktu.  Devlet artık neredeyse hiç yatırım yapmıyor, ama yatırımcı burjuvaziye kaynak aktarmak gibi önemli bir rol üstleniyor. Dolayısıyla özel sektör her durumda kazanıyor: Devletten aldığı teşvikle yatırım maliyetini düşürüyor, sonrasında da işletme faaliyetinden kar elde ediyor. Bunun yasal alt yapısını ise yatırım teşvik belgeleri sağlıyor. Yatırım teşviğinin kapsamı Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı şu uygulamaları firmalara sağlanacak yatırım teşviği kapsamında sıralıyor: Sigorta primi (işçi hissesi) desteği, KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta primi işveren hissesi desteği, faiz veya kar payı desteği, yatırım yeri tahsisi, KDV iadesi, gelir vergisi stopaj desteği. Görüldüğü gibi teşvik politikasının içinde neredeyse yok yok. Arsa tahsisinden vergi muafiyetine kadar