Kapitalist dünya salgını
neden kontrol altına alamadı?
Salgın tüm şiddetiyle devam ediyor. Avrupa ülkeleri yeniden başa döndü. ABD, Rusya gibilerinde ise ilk haftalardaki durum neredeyse aynen devam ediyor. Tek fark belki de herkesin mevcut duruma alışmış ve yaşananları kanıksamış olması. Bir de aşı umutları.
Başarısızlığın
arkasında yatan birkaç önemli yapısal faktör var.
1-Kapitalist dünyanın burnu büyüklüğü
Salgın Aralık
2019 sonunda Çin’de patladığında Batı dünyası bunu Çin’le en çok da Çin
çevresindeki ülkelerle sınırlı kalacak bir olay olarak değerlendirdi.
Çin zaten
hak etmişti ve kendi “geri kalmışlığının”, anlaşılması ve kabul edilmesi
olanaksız “beslenme kültürünün” acısını çekecekti.
Dolayısıyla
kapitalist dünyanın Çin’de yaşanan trajediye karşı tutumu kayıtsızlıkla
birlikte “çeksinler cezalarını”, “baksınlar başlarının çaresine” türünden nefretle karışık bir acımasızlığı
içeriyordu.
Tanımladığım
bu duygu, düşünce, tutum silsilesinin Batı’nın kendisini Doğu karşısında hep
üstün bir konumda değerlendiren sosyo-kültürel-sömürgeci politik sistematiğiyle
doğrudan ilişkisi olduğu açık.
Kapitalizmin
doğuya karşı küçümseyici, nefret dolu tutumunda Çin’i sosyalizmle özdeşleştiren
bakış açısının da payı var şüphesiz. Kısacası burnu büyüklük sosyalizm
düşmanlığıyla iç içeydi.
Salgının
izleyen haftalarda batıya yayılmasıyla birlikte Avrupa’da Çin’den gelen
turistlere, ABD’de ise Çin kökenli Amerikan vatandaşlarına yöneltilen şiddet de
bütün bunların dışavurumu olarak değerlendirilmelidir.
2-Kapitalist ülkelerin hazırlıksızlığı
Yukarıdaki
faktörün etkisiyle kapitalist ülkeler, Çin’den gelen her tür uyarıya rağmen
salgınla mücadele anlamında hiçbir hazırlık yapmadılar.
Hatırlayalım;
Fransa’da salgın bir Evanjelik grubun Avrupa çapında organize ettiği bir
haftalık bir dini toplantıyla, İtalya’da ise İtalya ve İspanya takımları
arasında oynanan bir futbol maçıyla yayıldı.
Bu aymazlık
durumu salgın başladıktan sonra bile devam etti. Hatta hükümetin resmi çağrısı
üzerine Mart sonunda İtalya’ya giden Çin sağlık ekibi gördüğü manzara
karşısında hayrete düşmüş ve düzenlediği basın toplantısında İtalyan
yetkilileri neredeyse fırçalayarak her şeyin normal hayattaki gibi devam
etmekte olduğu mevcut koşullarda salgını kontrol altına almanın mümkün olmadığını
belirterek, derhal tüm ekonominin
durdurulmasını ve tam karantinayı da içeren bir acil önlem listesi açıklamıştı.
Şüphesiz bu
hazırlıksız tutumda DSÖ’nün pandemi ilanında gecikmiş olmasının da belirleyici
payı oldu. DSÖ salgın pandemi boyutuna ulaştıktan ancak iki ay kadar sonra dünyayı
pandemi düzenine girilmesi gerektiği konusunda uyarabildi.
3-Kapitalist sömürü düzeninin
salgınla mücadelede yarattığı engel
Salgınla
mücadele, daha ilk anda (bitiminde yeniden değerlendirilmek üzere) en az
hastalığın kuluçka süresi kadar (14 gün) tam bir karantinayı gerektiriyordu.
Kapitalist
sömürü düzeninde bunu hayata geçirmek neredeyse olanaksızdır. Zira karantina
hükümetleri çözümsüz bir ikilem içinde bırakır: Karantina uygulandığında işçi
sınıfının, küçük esnafın gelir kaybı nasıl önlenecektir?
Karantinanın
yaratacağı işsizlik ve açlık gibi sorunlara göz yummak geniş halk sınıflarının
tepkisini çekmekle; bu sorunların ortaya çıkaracağı sıkıntıları telafi etmek üzere
kamusal fonları harekete geçirmek ve/veya patron sınıfının üzerine ek vergiler
koymak ise burjuvazinin şimşeklerine muhatap olmakla sonuçlanacaktır.
İşte bu
nedenle Avrupa’nın sosyal devlet geleneği olan yüksek gelirli kapitalist
ülkeleri bile karantinayı neredeyse iş işten geçtikten ve yaşananlar mecbur
kıldıktan sonra hayata geçirebildiler. İngiltere cahilce buna direndi. ABD ise
neredeyse hiç uygulamadı.
4- Kapitalist sağlık sistemlerinin
yetersizliği
Kapitalist
ülkelerin sağlık sistemleri 1990 sonrasında, yani sosyalist sistem çöktüğünden
beri tam bir sefalet içinde.
Kapitalist
sağlık sistemleri, karşılarında sağlığın korunmasının önceliğini savunacak bir direnç merkezi kalmayınca ilaç ve tıbbi teknoloji şirketlerinin eline
geçti, tıp ortamı şirketleşti, sağlık hizmetleri tedavi, hastane odaklı bir
karakter kazandı, birinci basamak sağlık hizmetleri arka plana itildi. Yüksek
gelirli ülkelerin sağlık sistemleri bile böyle bir karakter kazandı. Öte yandan
ABD sağlık sistemi zaten böyle bir karaktere sahipti.
Bu
gelişmeler sağlık çalışanları üzerindeki iş yükünü artırdı. Çevre kapitalist
ülkelerden merkeze doğru ciddi bir sağlık insangücü göçüne
yol açtı. İspanya ve İtalya gibi AB üyesi ülkelerin hemşire ve hekimleri bile
Almanya’ya doğru göçtüler.
Tedaviye
odaklı, hastane merkezli, sağlık emekçilerinin aşırı iş yükü altında
tükendikleri ve kendilerini değersiz hissettikleri bu sağlık sistemi yapısının
salgınla mücadele hedefiyle hızla organize olarak, fedakarca harekete geçmesi
neredeyse mümkün değildi. Nitekim öyle de oldu.
Öte yandan
yüksek gelirli kapitalist ülkelerde nüfusun ileri derecedeki yaşlı karakteri
yoğun bakım birimlerinin aniden çökmesinin de yolunu açtı.
* * * * * * * * * * * * * * * * * *
Dolayısıyla kapitalist ülkelerin bir virüs karşısındaki çaresizliği kapitalizmin yapısal karakteriyle ilintilidir.
Bu karakteri kısaca özetlemek gerekirse, bilim karşıtı ve gerici olarak nitelemek en uygunu olur.
Bir kez daha
aynı boyutta bir salgın ortaya çıksa, korkarım, çok benzer nitelikte trajik
tabloyla yeniden karşılaşırız.
Belek hocam yıllardır sizi okurum, toplantılarda dinledim,yazdıklarınızdan, anlattıklarınızdan öğrendiklerim kitap olur.bu virüs salgınıyla kapitalistler başedemezler. Toplantlarda birlikte tartışalım. selamlar.
YanıtlaSilMükemmel bir yszi👏👏👏
YanıtlaSilMükemmel yazı ve tespit
YanıtlaSilMükemmel yazı ve tespit
YanıtlaSil