Aşı karşıtlarının Covid aşısıyla ilgili söylediklerine yanıtlar

Fotoğraf Küba'nın BioCubaPharma merkezindeki bir laboratuvardan

Huylu huyundan vazgeçmiyor. Bir süre sesi kesilen aşı karşıtları ağızlarını yeniden açtı. En tanınanlarından Soner Yalçın 26 Kasım’da bilindik argümanlarını bu kez covid aşısı için yineledi:

Emperyalist tekellerin oyunuydu, para kazanmak için dünyayı maniple ediyorlardı, algı diktatörlüğü yürütülüyordu.

Bunlara bir de covide özel bir şeyler de ekledi: Virüs mutasyona uğruyordu, hastalık  kısa süre içinde grip türünden sıradan bir hal alacaktı, paniğe gerek yoktu. Hemen belirtelim, bunların tamamı yanlış.

SARS-COV-2 şu ana kadar, bulaşıcılığında, hastalandırıcılığında, öldürücülüğünde azalma olduğuna işaret eden hiçbir mutasyon geçirmedi. Aksine, bildirilen mutasyon bulaşıcılığındaki artış yönünde. 15 Aralık'ta İngiltere'nin güneydoğusunda saptanan ve hastalık sayısında sıçrayıcı artışa yol açtığı belirtilen virüs varyantı da buna dahil. Ancak İngiltere Sağlık Bakanı aşının bu varyanta karşı etkili olmayacağını düşünmek için hiç bir neden olmadığını da açıkladı.

Üstelik bilim dünyası grip için de aşı öneriyor. Çiçek, çocuk felci gibi hastalıklar aşıyla yok edildi. Aşı şimdi kızamığın işini de halletmek üzere.

Önceki aşı araştırmaları covid aşısı için referans olabilir mi?

Aşı karşıtlarının bir iddiası covid aşısının aceleye getirildiği, 1 yıl gibi kısa süre içinde aşı geliştirmenin olanaksız olduğu yönünde.

Verdikleri örnekler bildiklerimiz: Sarıhumma aşısı 27 yılda, tetanoz aşısı 40 yılda geliştirildi gibi. Ancak sarıhumma için dönem 1912-1939, tetanoz için de 1884-1924 idi. Dolayısıyla neredeyse 100 yıl önceki bir süreci bugün için referans göstermek tamamen akıl dışı.

Peki sürenin on yılları bulduğu daha yakın dönem örnekleri yok mu? Var. Örneğin rotavirüs aşısının geliştirilmesi 26 yılı buldu: 1980-2006. 

Fakat bu yeni örnekler bile günümüz için neredeyse hiçbir anlam ifade etmez.

Bilim çok büyük bir hızla gelişiyor. Geleneksel-eski aşıların keşfedildiği 1950’ler öncesinde genetik, tıbbi biyoloji, tıbbi genetik, moleküler biyoloji, viroloji diye bilim dalları neredeyse yoktu. Çok yakın zamana kadar gen izolasyonu, gen transferi, gen imalatı, gen değiştirme gibi müdahaleler ancak hayal edilebiliyordu. 

Şimdi aşılar üzerinde bu bilim dalları çalışıyor. Saha araştırmalarını ise esas gelişimini yine son 40-50 yıl içinde gerçekleştiren epidemiyoloji bilimi yapıyor.

Öte yandan bugün tüm dünya kamuoyunun dikkatlerini üzerine toplayan mRNA teknolojisine dayalı aşı ve ilaç araştırmaları 1993'de başladı. Bu teknoloji aşı araştırmalarına büyük bir hız kazandırdı. Üstelik aşı üretiminin ucuzlamasını da sağladı.

Çünkü cansız bir virüs aşısının üretimi için virüsün önce laboratuvar koşullarında milyarca doz aşı üretmeye olanak tanıyacak miktarda üretilmesi, sonra değişik yöntemlerle öldürülmesi gerekir. Bu hem zaman hem de kaynak gerektiren bir işlemdir. mRNA teknolojisinde ise virüsün hastalığa yol açan parçası laboratuvarda üretilen mRNA'ya yüklenir ve sonra bu genetik harikası ürün insana enjekte edilir.

Dolayısıyla hızlı geliştirildi diye covid aşılarının güvenilmez ilan etmek, eğer halkı yanıltmaya, kendi ideolojik düşüncelerini kabul ettirmeye çalışmak ya da popülarite kazanmak türünden kasıtlar içermiyorsa, tam bir cehalet örneğidir.

Aşıda ilk iş etkeni izole etmek, sonra da genetik yapısını çözümlemektir. Bunlar ancak gelişkin laboratuvarlar sayesinde hızla yapılabilecek işlerdir. Geçmiş araştırmalar bütün bu alanlarda külliyatlı bir bilimsel-teknolojik birikim kazandırmıştı.

Araştırma geliştirme büyük finansman gerektirir

Gelişkin laboratuvarlar ve aşı araştırmaları için günümüz kapitalist dünyasındaki en önemli sorun ise finansmandır. Hiçbir bilim insanı, hiçbir üniversite para yoksa, aklı ne denli gelişkin olursa olsun, aşı keşfedemez.

Eski aşıların keşfinin uzun sürmesinin en önemli nedenlerinden birisi de parasızlıktı. Ayrıca salgınların bölgelerle sınırlı kalması (örneğin yine coronavirüs ailesinden virüslerin yol açtığı SARS ve MERS salgınları Güneydoğu Asya ve Afrika'da sınırlı kalıp, bir kaç ayda sona ermişlerdi), yani yüksek gelirli emperyalist ülkeleri tehdit edecek derecede yaygınlık göstermemesi, firmaların aşı araştırmalarına kaynak ayırmasını da "gereksiz" hale getirmişti. 

Covid salgını dünyayı yerle bir edince zengin ülkeler ve onların hükümetleri, sivil toplum kuruluşları aşı için devasa kaynaklar ayırmak zorunda kaldılar. Zira aşı geliştirmeye ayrılacak kaynaklar, salgının neden olduğu ekonomik yıkım yanında ihmal edilebilir düzeydeydi. 

Virüsü ilk izole eden Çin devlet kaynaklarını devreye soktu. Trump Pfizer ve Moderna’yı daha Şubat ve Mart döneminde paraya boğdu, İngiltere hükümeti AstraZeneca’ya milyonlarca doz için peşin ödeme yaptı. Aşı adaylarının etkinliğinin yüksek olduğu ortaya çıkmaya başlayınca da AB, Japonya ve Kanada hükümetleri, sonra da olanakları olan tüm ülkeler aynı kervana katıldılar.

Covid aşısı aceleye mi getirildi?

Evet, bilimin bu konuda acelesi var zira durum gerçekten vahim. Örneğin kendisine karşı ancak 20 yılda aşı geliştirilebildi denilen Rota virüsler yılda 600.000 çocuğun ölümüne yol açarken, covid ölümleri 9-10 ayda 1,7 milyonu buldu. Üstelik covid her yaştan insanı etkiliyor, bu nedenle ekonomiler de durma noktasına geliyor.

Öte yandan bilimin artık hızla bu aşıyı geliştirebilecek olanakları da vardı, herkes en başında bunu hissediyordu, bilim dünyası ve ülkeler biraz da bu nedenle acele ediyorlardı. Başarmak mümkünken neden gecikilsin? 

BioNTech ile Moderna firmaları mRNA teknolojisine dayalı olarak kişiye özelleştirilmiş kanser ilaçlarını uzunca zamandır üretiyorlar. Dediğim gibi mRNA teknolojisi 1993'den beri kullanılıyor. Ayrıca grip, zika, kuduz ve citomegalovirüse karşı bu pandemi öncesinde başlamış mRNA aşı araştırmaları vardı.

Ayrıca tüm firmalar şimdiye kadar çalışmalarını bilimsel bir disiplin ve şeffaflıkla sürdürdüler. Bilim dünyası da süreci yakından izliyor. Herkesin gözleri firmaların üzerinde. Nitekim ben bu yazının ilk versiyonunu yazarken AstraZeneca firması deneklerin bir kısmına yanlış doz aşı verdiklerini ve araştırma sürecinde hata yaptıklarını açıkladı. Harcanan onca çaba ve paraya rağmen bu açıklamanın yapılmış olması firmaların üzerindeki kamuoyu baskısının bir kanıtıdır. Hatalı bir ürünü piyasaya sürenler yalnızca ciddi cezalara çarptırılmakla kalmazlar, bu sefer yüksek ihtimalle iflas da ederler.

Ancak bu anlaşılabilir ve olması gereken aceleci tutum, bilimsel disiplini de bir ölçüde gevşetiyor. Şöyle:

Aşının etkinliğine karar verebilmek için faz-3 aşamasına alınan 40.000 kadar gönüllüden (şimdiye kadar yapılan araştırmalarda sayı bu seviyede) en az 100’ünde hastalık çıkması beklenir. Sonra bu 100 hastanın plasebo ve aşı gruplarına dağılımına bakılarak aşının yüzde kaç koruyucu olduğuna karar verilir. Şüphesiz araştırmaya alınan gönüllü sayısı ile onların içindeki hastalanan sayısı ne kadar fazla olursa koruyuculuk ve yan etkiler konusunda verilecek karar da o kadar güvenilir olur.

Ama bu kez, yayınlara yansıyan bilgilere göre, araştırmayı yürüten kurumların çoğu 100, belki biraz daha fazla insanın hastalanmasıyla yetindiler. Örneğin gerçekten sağlam bir faz-3 araştırması gerçekleştirdiği anlaşılan Pfizer-BioNTech firmaları faz-3'ü 43.548 gönüllü üzerinde yürüttüler ve yaklaşık 3 aylık zaman içinde 170 hasta saptayınca aşının %95 koruyucu olduğu sonucunu açıkladılar. Oysa bu vaka sayıları koruyuculuğa karar verebilmek için minimum sınırdır. Araştırmayı hiç olmazsa 100.000 kadar gönüllüyle yürütmek, aşının koruyuculuk süresini anlayabilmek için faz-3'ü en az 6 ay devam ettirmek ve en az 300-400 vakanın ortaya çıkmasını bekleyerek, onların plasebo ve aşı gruplarına dağılımını değerlendirmek tercih edilirdi. Bu strateji ise zaman alacaktı.

Dedim ya, durum acil. Artık etkinlik konularındaki net tablo aşının yaygın uygulamaya sokulduğu faz-4 aşamasında ortaya çıkacak. Faz-4'de yan etkilerin kaydedilmesine de devam edilecek. Bu arada bir yandan da faz-3'e alınan gönüllülerin izlemi sürecek.

Ancak üretilen ve artık yavaş yavaş uygulamaya giren aşıların yan etkileri konusundaki bilgilere büyük oranda güvenilebilir. Çünkü bir aşının yan etkiye neden olup olmadığı esas olarak faz-1/2 aşamasında anlaşılır. Faz-3 ise bu yan etkilerin görülme sıklığı hakkında fikir verir. Faz-3 araştırmalarının 10.000'lerce gönüllü üzerinde yürütülmüş olması ise 10.000'de 1 sıklığında ortaya çıkan yan etkilerin saptanması açısından yeterlidir. 

Aşı karşıtlığının iki versiyonu

Günümüzde iki tür aşı karşıtlığı var: Sağdan ve “sol”dan olmak üzere.

Sağı anlamak bizim için kolay. Onlar modernizm karşıtı oldukları, “geleneklere” bağlı kalmayı savundukları, ama en önemlisi ülkemizde gerici bir rejimin toplumsal tabanını oluşturmak istedikleri için bilim düşmanlığı yapıyorlar.

“Sol”dan olanlar ise tekellere, emperyalizme karşı olduklarını belirterek aşı karşıtı olarak konumlanıyorlar. Onlara göre ilaç ve aşı tekelleri para kazanabilmek için ortamı maniple ediyorlar ve gereksiz aşı ve ilaç kullanımını körüklüyorlar. Aşı karşıtlığının bu türü esas tehlikeli olanı. Çünkü bu bilim karşıtlığının gizlenmiş hali ve toplumun kendisini “ilerici” olarak değerlendiren kesimlerini etki altına alıyor.

Ama bunların pratik bir açmazları var: Dediklerini dinleyecek olursak antibiyotik de, ağrı kesici de kullanmamalı, zatürreyi de, idrar yolu enfeksiyonunu da, kansızlığı da kendi haline bırakmalıyız. Zira ilaç tekelleri en çok parayı bu grup ilaçlardan kazanıyorlar.

Emperyalizmle mücadelenin yolu antikapitalist, sosyalist mücadeledir

Bugün bilimin de, ilacın da, aşının da tekellerin elinde olduğu, tekellerin para kazanmak için hekimleri "satın almak" dahil her tür sahtekarlığı yapmaktan çekinmedikleri, gereksiz ilaç kullanımını çok değişik stratejilerle körükledikleri doğru.

Ancak bütün bunlar aşı ve bilim karşıtlığının gerekçesi olamaz.

Eğer mesele emperyalizm ise, bilimin üzerindeki tekelci hakimiyeti ortadan kaldırmanın yolu bilime ve aşıya düşman olmak değil, bu kapitalist düzeni yıkmak, yerine paranın hiçbir şekilde belirleyici olamayacağı laik, sosyalist bir düzen kurmak, bilimsel düşünceyi gündelik yaşamda hakim kılmaktır.

Antiemperyalist olmanın gerek koşulu antikapitalist olmaktır. Aşı karşıtlarının yaptığı antiemperyalizm değil, tersine emperyalist gerici ideolojilere destek sunmaktır.

Mesele eğer tekellerle mücadeleyse, emperyalizme karşı 60 yıldır savaşan ve aynı zamanda dünyanın en gelişkin biyoteknoloji araştırmalarını yürüten Küba hiç olmazsa öğretici olmalıdır.



Yorumlar

  1. Bilgilendirici ve ufuk açıcı yazınızı okumak içimi rahatlattı. Kapitalist tekellerin üzerindeki bilim baskısını sürekli hissettirmeliyiz. En doğrusu devlet güvencesinde üretilmesi sizin yazdığınızdaki gibi. Sizi tanımaktan onur duydum. Melike Z.

    YanıtlaSil
  2. 3 hata önce covid19 virüsü bizi de ziyaret etti. Eşim ve ben virüs kaptık. Evde 85 yaşında annemle birlikte yaşıyoruz. Annem için filyasyon ekiplerinin gelerek test yapmalarını talep ettik. Çünkü bu aşamada annemde öksürük oluşmaya başlamıştı. Israrla talep etmemize karşın filyasyon ekipleri test için gelmediler. 112 acili arayarak ambulans talep ettik. Onlar geldiler annemi muayene ettiler. Genel durumunun iyi olduğunu belirtip istersek ambulansla hastaneye götürebileceklerini belirttiler. Ama şu aşamada tavsiye etmediklerini virüsü kapmamışsa bile hastanelerfeki yoğunluklardan dolayı kapabileceğini belirttiler. Bizde durumun iyiliğine inanarak hastaneye götürmeme önerilerini olumlu değerlendirip test için hastaneye gitmedik. Filyasyon ekiplerini aramaya devam ettik. Sonunda yoğun olduklarını belirtip bana özel aracımla götürebileceğimi belirttiler. Ben covid olduğumu bu şekilde götürmemin doğru olmayacağını belirttim. Bunu üzerine ertesi gün gelebileceklerini belirtip kapattılar. Ertesi gün gelmediler. Bu arada öksürük biraz fazlalaşmaya başladı. Bizim kayıtlarımız üzerine filyasyon ekiplerinde görevli hekim arayarak annem için "teyzeye ilaç gönderelim ilaç tedavisine başlayınız." Diye söyleyince ben tepki gösterdim ve test yapılmadan ilaç kullanmayacağımızı belirttim. Görevli hekim: "İlaç kullanmayı istemiyor diye not alacağını belirtti." Ben," test yapılmadan ilaç kullanmayacağımızın not alınmasını" söyledim. Hekim bey kapattı. Birkaç saat sonra arayarak, anneme bu aşamada ilaç kullanmamızı önerdiğini belirtti ve önemli yan etkisi olmayacağını, hasta değilse bile koruyucu etkisi olabileceğini belirtti. Biz de ilaçları (favipiravir) kabul edip kullandık. 1 hafta sonra annemin rahatsızlıkları arttı. Özel bir hastaneye götürdüm. Tanıdığım Uzman hekime durumu anlattım. Tomografi çekildik. Ciğerlerde buzlanma olduğu ve iyileşmeye evrildiğini belirtip tedaviye devam etti. Ve bana söylediği şuydu: iyi ki size verilen ilaçları kullanmışsınız. Teyze ilaçları kullanmasa daha kötü olurdu, şu an yoğun bakımda dahi olabilrdiniz dedi. Annem tedavi sonrası şu an hastalığı yendi büyük oranda.
    Bu yazıyı uzun yazmamdaki en büyük etken yukarıda belirttiğiniz S.Yalçın'ın Kara Kutu kitabını bu günlerde okumuştum ve bende ilaç düşmanlığı oluşmaya başlamıştı. Anti emperyalist, anti kapitalist olmamızın da etkisiyle. İlaç tekelleri, emperyalizm, sağlık örgütleri onların bağlantıları.. komplo teorilerini güçlendirirken gözümüzün önündeki Sosyalist Küba'nın sağlık alanındaki çalışmalarını gözümüzden kaçırmamıza neden oluyor. Bilimsel düşünceyi geliştirmek sosyalistlerin en önemli ilkesi olmalı. Küba, pratiğiyle bunu kanıtlıyor.
    Son söz olarak yaşadığım bu olay bana bir kez daha bilimin önemini göstermiş oldu. Aynı zamanda sağlık sistemimizin ne kadar çürümüş olduğunu da.. saygıyla

    YanıtlaSil
  3. Sayın hocam bilim insanları yazmalı, bu tip kendini bilmezlere haddini bildirmeli. İnanan insan sayısı az değil. Düşünemeyen bir topluma doğru geri evrim geçiriyor gibiyiz. Emeğinize, bilginize sağlık. Saygılar. Mehmet K.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

SALGIN